Ana Sayfa Eğitim Devletten nefret ve kaçış dönemi

Devletten nefret ve kaçış dönemi

YORUM | VEYSEL AYHAN 

“Nifak kapımızı çaldı; Haccac-ı Zalim’i tahta çıkardı, ona sarık sarıp kılıç kuşattı.”

Hasan Basri (ra)

(Nübüvvet ve Devlet Yazıları-29)

Kerbela sonrası yılların özeti şu:

“Korkanlar korktu, ‘fitne katilden beterdir’ diyenler kenara çekildi; ‘bu dünya kokuştu, Efendimiz’in zühd ve takvasına dönelim’ diyenler, yünden aba giyip münzevi hayatı seçti; ‘burası fesad toprağıysa Allah’ın yüce ismini Afrika’ya, Türkistan’a, Çin-u maçine götürelim’ diyen fatihler bir daha dönmemek üzere güzel atlara binip cihada çıktı, Bizans kopyası başkentten hicret etti; kimileri Hüseyin için ağlayıp Yezid’le iş tutu; kimileri huruç edip şehadet şerbetini içti; kimileri ‘temkin’ yoluyla ümmeti ahlaki ve sosyal bakımdan takviye ederek zâlim iktidara karşı ümmeti korumayı daha hayırlı buldu.” (Din ve siyaset, Ali Bulaç)

Ehlibeyt mensupları ve gerçekten dini hassasiyetle hareket eden sahabiler ve onların nesilleri birer tohum olarak orta doğuya ve dünyaya yayıldılar. Bu yayılma biraz cebri oldu. Kader’in eli ağırdı. Allah, nübüvvetin varislerini ve o nezih cemaati devletten ve devletin çürütücülüğünden sakındırdı. Kader ağır bir nasihat verdi. Ve o tarihten sonra Rıza-yı ilahi peşinde koşan sahabe nesli, fiili olarak “Euzu billahi mine’ş-şeytani ve’s-siyaset” (şeytandan ve siyasetten Allah’a sığınırım) dedi ve olabildiğince devletten sakındı. 

Kerbela tıpkı hararetten kıpkırmızı olmuş bir sobaya doğru koşan bir çocuğun sert bir darbeyle engellenmesi ve kenara itilmesiydi. Ve bu engelleme asırlarca etkili oldu. İnsanlar devletin gölgesine bile ayak basmamaya çalıştı.

SÜTTEN AĞZI YANMAK

Örneklerle o dönemi hatırlayalım.

Aşağıdaki alıntılara “sütten ağzı yanmış insanların yoğurdu üfleyerek yemesi” veya “Kerbela dersleri” de diyebiliriz.

Hakperestliğiyle bilinen Ebu Zer el-Gifârî’nin (r.a) çok yakın arkadaşı olan Ebû Mûsa el-Eş‘arî’ye karşı tavrı meşhurdur.

Ebu Mûsa el-Eş‘arî, onu ziyarete gelir. “Kardeşim nasılsın?” der. O da: “Sen artık benim kardeşim değilsin. Sen devlet görevi almadan (önce) benim kardeşimdin” cevabını verir. 

Bir başka gün Ebu Zer el-Gifârî (r.a) Seleme b. Kays’a şöyle nasihat eder:

“Sultanların kapısına yaklaşma. Zira sen dininin çoğunu onlara vermedikçe onların dünyalığından bir şey alamazsın.”

Sa’d b. Ebî Vakkas uzun yaşamış seçkin bir sahabe idi. Oğulları onun niçin halifelerden uzak durduğunu sorduklarında şu cevabı vermişti:

“Bir topluluğun etrafını çevrelediği bir leşe mi gideyim? Yemin olsun ki, elimden gelirse, bu meclislere asla katılmayacağım.” 

Büyük sahabilerden Huzeyfe Bin Yeman(ra), ‘fitne mekanlarından sakının’ der. Orası nerelerdir denince şöyle karşılık verir: “Oralar Emirlerin kapısıdır. Sizden biriniz onların huzuruna girer, yalanlarını tasdik eder ve onlarda olmayan vasıfları söyler.” 

Meşhur sahabi Abdullah İbn-i Mes’ud (ra) şöyle der: “Kişi, beraberinde dini olduğu halde sultanın huzuruna girer. Çıkarken dinsiz çıkar.” Bunun üzerine İbn Mes’ud’a “Neden?” diye soruldu. Cevap olarak şöyle dedi: “Çünkü kişi Allah’ı kızdırmak suretiyle sultanı razı eder.”

Tâbiînin büyük isimlerinden Said b. Müseyyeb çevresini şöyle ikaz ederdi:

“Âlimin, emîrlerin meclisine gittiğini görürseniz, ondan sakının” 

Fıkıh ve hadis ulemasından Evzâî: “Allah nezdinde herhangi bir âmilin (yöneticinin) ziyaretine giden bir âlimden daha çok buğzedilen bir kimse yoktur.”

Tabiinin zahidlerinden Vuheyb b. Verd: “Şu meliklerin huzuruna giren kimseler bu ümmet için kumarbazlardan daha zararlıdırlar!”

Muhaddis ve fakih Muhammed b. Seleme (r.a.): “Pislik üzerine konan karasinek, şu emirlerin kapısında bekleşen kurra’lardan (Kur’an âlimi) daha güzel ve daha hayırlıdır.”

Zühd ve takvası ve “En faydalı ibadet insanlardan Allah’a sığınmaktır” sözüyle tanınan muhaddis Muhammed b. Vâsi şöyle der: “Şeker kamışı kemirmek ve toprak yemek sultana yaklaşmaktan daha hayırlıdır!” 

Halife Harun Reşit, tabiinin büyüklerinden Fudayl bin İyaz’ı ziyaret için kapısına gelir. Fudayl kızar: “Emîrü’l-müminînin benim yanımda ne işi var? Beni meşgûl etmeyiniz.” der. Israr eder içeri girerler. Halifeye şöyle nasihat eder:

“İslâm ülkesi senin evin gibidir. İnsanlar ev halkındır. Babalarına lütufla, kardeşlerine ve çocuklarına iyilikle muâmele eyle! … Allahü teâlâ sana Müslümanların hepsinden tek tek soracaktır. Hepsi için adâlet isteyecektir. Eğer bir ihtiyar kadın, evinde aç yatarsa, yarın senin eteğine yapışır ve sana hasım (düşman) olur. Allahü teâlâdan kork.”

Fudayl b. İyaz (r.a) talebelerine şöyle der: “Bir kişi saltanat sahibine yaklaştığı nisbette Allah’tan uzaklaşır”.

Harun Reşid halife olmadan önce tabiinin büyüklerinden Süfyan es-Sevrî ile dost ve arkadaştı. Buna rağmen Süfyan onu tebrik ziyaretine gelmedi. Şöyle bir mektup yazarak sitem etti:

“Gerek benim, gerekse senin arkadaşlarından hiç kimse kalmadı ki ziyaretime gelip de beni tebrik etmesin. Ben hazineleri açıp onlara büyük hediye ve ikramlarda bulundum. Seni bu hususta gecikmiş görüyorum…”

Mektup, Süfyan es-Sevrî’yi öfkelendirdi. Kağıt israf etmemek için aynı mektubun arkasına şu sözleri yazdırıp yolladı:

“Ey Harun! Aramızdaki bağı kestiğimi bildirmek için cevap yazıyorum. Sana sevgimi kesmiş bulunuyorum. Saltanatından nefret ediyorum. Saltanat tahtı üzerine oturdun. Kapının önüne perdeler gerdirdin. Perdelerle kendini âlemlerin Rabbine benzetmiş oldun. Sonra zâlim askerlerini perdenin ötesinde oturttun. Halka zulmederler, adalet etmezler. Ben zannediyorum sen hem dünyada ve hem de ahirette zarar edenlerdensin! Sakın ve sakın bundan sonra bana herhangi bir mektup yazma. Çünkü ben sana artık cevap vermeyeceğim, vesselam!”

Süfyan es-Sevrî’nin talebelerine nasihatı şuydu: “Sakın ne sultan, ne de sultan ile muamele edenle muamele etme! Onlarla oturup-kalkmaktan çekin”.

Hanefi fakihlerinden Ebû Hâzim sultanların yanına gidip gelen Zühri’ye şöyle yazar:

“Bil ki, işlediğin şeyin en düşüğü ve kazandığın şeyin en büyüğü zalimle ünsiyet kurup seni çağırdığında gitmen, ona zulüm yolunu kolaylaştırmandır. Yarın zalimlerin zulmüne göz yummakla istemiş olduğun şeyden hesaba çekilmek seni ne çok yıpratacak! Seni kendi bâtıl işlerine alet ettiler, seni belalarına giden yolda köprü, sapıklıklarına ileten bir merdiven yaptılar.” 

Harun Reşid, İmam Mâlik’ten sarayına gelip oğulları Emin ve Me’mun’a ders vermesini talep eder. İmam Mâlik bunu kabul etmez ve herkes gibi onların da gelip mütevazı ders halkasına katılmalarını ister.

Benzer tavrı İmam-ı Buhari gösterir. Horasan valisi, kendisinden çocuklarına sarayında ders vermelerini ister. İmam, saraya gidip özel ders vermeyi kabul etmez. Valiye ‘Çocuklarını kendi ders halkasında görmekten memnun olacağı’ haberini gönderir. Vali buna aşırı tepki gösterir ve İmam Buhari’yi sürgüne yollar.

Büyük hadisçi sürgünde vefat eder.

Selçuklu Sultanı İzzeddin Keykavus II, Hz. Mevlânâ’yı bir gün ziyarete gelir. Hz. Mevlânâ ona gerektiği gibi iltifat göstermeyip dersi ve müritleriyle meşgul olur. Sultan bir müddet bekledikten sonra “Mevlânâ Hazretleri, bana bir nasihat ver” der. Mevlânâ kendisine sertçe bakarak şunları der:

“Sana ne öğüt vereyim. Sana çobanlık emretmişler; sen kurtluk yapıyorsun. Sana bekçilik emretmişler; sen hırsızlık yapıyorsun. Allah seni sultan yaptı; sen şeytanın sözüyle hareket ediyorsun.”

Halife Mansur’un mağdur ettiği bir başka dev kamet İmam Ca’fer es-Sâdık’tır. Ehli Beyt saliklerinin grup grup yakalanıp zindana atıldığı yıllardır. Halife iktidarına muhalif gördüğü her kitleyi yakalatmakta, kimi zaman öldürtmektedir.

Defalarca yakalanır, öldürmeye teşebbüs edilir.

En son Medine’de inzivaya çekilmişken Mansur’un emriyle zehirlenir.

Zulmeden idarecilere karşı taviz vermeyen diğer bir mezhep imamı İmam Şafiî idi. Yemen valisinin halka zulmetmesi karşısında sessiz kalmaz, valiyi ikaz eder. Bu ikazlar halkta da karşılık bulunca vali telaşa kapılır. Hakkında iftira kampanyası düzenler. İmam-ı Şafi’nin batıl mezheplere yöneldiği, halkı isyana teşvik ettiği kulaktan kulağa fısıldanır. Vali, halifeye şikâyet eder. Halifenin huzuruna çağrılır. Her nasılsa idamdan kurtulur.

Halifeye biat etmeyen bir diğer mezheb imamı Ahmed b. Hanbel’dir.  Halife Me’mun’un isteklerine boyun eğmez. Dayatmalarına göre fetva vermez. İki buçuk yıla yakın hapis hayatında defalarca kırbaç yer, ağır işkence ve eziyet görür, ölümün eşiğine gelir. Hapisten kurtulması için halifenin sözünü dinlemesini tavsiye eden dostlarına gönül koyar. Böyle bir tavrın ilmin izzetine halel getireceğini düşünür.

Ve bir sonraki Halife El-Mütevekkil’e kadar çilesi devam eder.

Sonraki yazı: İki kutup yıldızı: Ebu Hanife ve İmam Gazzali

2 YORUMLAR

  1. Muhammed Salih
    MUHSİN AHMET KARABAY yazılarının kıvamında- tarzına bir yazı olmuş.... Okuyucu hep şikayet ediyor: kim bu M Ahmet Karabay? diye.. Düşük ihtimal ama Sn Veysel Ayhan siz olmayasınız sakın? Bizler yada şahsen ben zalim idareciler denilince hep, dinsiz, namazsız insanları sanırdım.. Halifelerinde, islam diyarı vali ve paşalarının da zalim olacağına ihtimal vermiyordum nedense. T.Cumhuriyeti idarecilerini kabul ederdim amma Buharı nin bulunduğu şehrin valisininde bu denli gaddar olabileceğini sanmazdım. Hz Hüseyin (r.a) e yapılanları ise hiç anlamazdım. Taaa ki Hizmete yapılanları görünceye kadar....